YSK tarafından yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Genel Seçimi kampanya finansmanını inceleme raporu, bir ilk olması bakımından anlamlı bir gelişmedir. Ancak, çok önemli eksiklikler barındırmaktadır
YSK tarafından yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Genel Seçimi kampanya finansmanını inceleme raporu, bir ilk olması bakımından anlamlı bir gelişmedir. Ancak, çok önemli eksiklikler barındırmaktadır ve kamuoyunun beklentilerini ve uluslararası standartları karşılamaktan uzaktır.
Ağustos 2014′de gerçeklesen Cumhurbaşkanlığı Genel Seçimleri, siyasetin finansmanı bakımından çeşitli yeniliklere sahne olmuştur. Seçilen adayın malvarlığının resmi gazetede yayınlanması, çeşitli eksiklikler barındırmasına rağmen, en önemli gelişmelerden bir tanesidir. Diğer adayların da malvarlığını açıklayarak şeffaflığa katkıda bulunması gerektiği inancıyla başlattığımız kampanya başarıya ulaşmış ve tüm adaylar seçimlerden önce malvarlıklarını açıklamıştır. Kendilerine bir kez daha teşekkür ediyoruz. Bu uygulamanın tüm seçimlerde bir gelenek haline dönüşmesi temennimizi yineliyor ve tüm siyasiler ve üst düzey kamu yöneticileri açısından kanun değişikliği ile de güvence altına alınması gerektiğini de vurgulamak istiyoruz.
Ülkemizde Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kampanya finansmanı bakımından da önemli bir gelişme yasan mistir. Adaylar seçim bütçelerini, kişisel servetlerinden bireysel bağışlardan oluşturmaya zorunlu kılınmıştır. Bu bağışların üst siniri YSK tarafından 9082 TL olarak belirlenmiştir. 1000 liranın altındaki bağışlar, kampanya görevlileri tarafından makbuz karşılığı toplanabilmekteyken, bu değerin üstündeki bağışlar, adaylar tarafından açılan banka hesaplarına yatırılmıştır. Bağışlarla oluşturulan kampanya bütçesinin üst sinirinin olmaması adaylar arasında eşitsiz rekabete neden olan en temel eksikliklerden biridir. Harcama detaylarının kamuoyuyla paylaşılmaması ise bir diğer çok problemli ve şeffaflıktan uzak başlıktır. Seçim kampanyası gelir ve giderleri dünyada en az 109 ülkede kamuoyuna açık bulunmakta ve evrensel bir standart teşkil etmektedir.
Bağışçı listelerinin, bağış miktarlarının ve kampanya finansmanıyla ilgili tüm detayların incelenmesi YSK tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu yeni uygulamayı da olumlu bir ilk adim olarak değerlendiriyor ve kapsamın genişleterek ve uygulamanın şeffaflaştırılarak kalıcı hale gelmesi gerektiğini savunuyoruz. Ayrıca, bu değerlendirmenin seçimlerden 4 ay sonra tamamlanmış olması YSK’nın bu konudaki kurumsal kapasitesine ilişkin soru işaretleri bırakmış, Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan siyasi parti denetimleri dikkate alındığında da, çift başlı bir sistem ortaya çıkarmıştır.
Usulleri 6271 no′lu Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu ve YSK genelgeleri ile belirlenmiş olan seçim kampanyası çok sayıda iddiaya ve tartışmaya sahne olmuştur. Çeşitli işadamlarının isçileri adına topluca bağışta bulunduğu, bazı mitinglerin belediyeler tarafından finanse edildiği, bazı belediyelerde tüm çalışanlara bağış yapma zorunluluğu getirildiği gibi iddialar ulusal basında ve meclis soru önergelerinde yer alarak kamuoyu gündemine taşınmıştır. YSK tarafından yapılan finansal değerlendirmede tüm bu şüphelerin giderilmesi beklenmekteydi.
Oysa 4 Aralık 2014 tarihinde kurumun sitesinde yayımlanan raporda bu şüpheleri giderecek hiç bir açıklama bulunmamaktadır. Bununla birlikte, bağışçı bilgilerinin açıklanmamış olması, kampanya sırasında yapılan harcamaların detaylarına yer verilmemesi ve harcamaların usule uygunluğu konusunda herhangi bir bilginin paylaşılmaması değerlendirme raporunun diğer temel eksiklikleridir.
Toplumun, demokrasiye güven duymasının en temel koşullarından bir tanesi, seçim süreçlerinin şeffaf ve seçim sonrası denetimlerin güvenilir olmasıdır. Bu süreç, kanunlar ve genelgeler hazırlanırken bırakılan boşlukların ne kadar vahim sonuçlar doğurabileceğine işaret etmektedir. Ayrıca, devlet kurumlarının siyasi otoritenin etkisinden bağımsız olmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Seçim süreçlerine katılmak kadar önemli bir diğer hususun da sürecin şeffaflığını talep etmek olduğu ortadadır. Tüm toplumun bu talebin takipçisi olmasının demokratik haklar bakımından vazgeçilmez olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.