28 Mayıs Pazar günü gerçekleşen cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimleri sonuçlandı ama şeffaflık, ifade özgürlüğü, medya bağımsızlığı ve ayrımcılık gibi bir dizi temel kriter açısından seçimleri konuşmaya ve sorun alanlarına işaret etmeye devam etmek demokratik siyaset ve sivil toplum açısından önem taşıyor. Ülkemizde adil ve demokratik seçim koşullarının yaratılması ve sürdürülmesi ancak bu yönde gösterilecek sivil ve siyasal demokratik çabalarla gerçekleşebilir.
13. Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinin birinci tur seçimlerine nazaran daha sakin ve olaysız bir seçim atmosferi içinde tamamlandığına yerli ve yabancı pek çok gözlemci tarafından işaret edildi. Bu saptama özellikle, daha birinci tur öncesinde seçim kampanyalarıyla beraber başlamış olan, tüm bir seçim sürecine yayılan ve özellikle de kullanılan dil ve retoriğin kışkırttığı açık siyasal gerilim ve kutuplaşmaya rağmen, 28 Mayıs günü seçmenlerin nispeten sakin bir ortamda oy vermeye gitmiş olmaları anlamında söyleniyor. İkinci turun bu şekilde, yani rakip siyasal bloklardan seçmen veya seçmen grupları arasında dikkat çekici fiziksel arbede veya çatışmalar ortaya çıkmadan tamamlanmış olması, hem ülke çapında genel seçim ortamının hem de daha lokal seçim çevrelerinin güvenlik ve sakinliğine dair önemli bir veri olarak değerlendiriliyor.
Bu saptama kendi içinde önemli ölçüde doğru olmakla birlikte, seçimlerin demokratik niteliğine dair gösterge özelliği taşıyan bir dizi başka kriter açısından bakıldığında, esasında durumun sadece 2. tur açısından değil bütün bir seçim süreci açısından pek de iyimser olmadığı ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanı adaylarının siyasi propaganda için sahip oldukları olanaklar arasındaki gözle görülür farklılıklar; özel ve resmi TV kanalları ile gazetelerdeki ağır tarafsızlık ihlalleri; resmi olarak bağımsız bir yargı organı niteliği taşıyan YSK’nın uygulamalarının saydam ve tarafsızlığına dair toplumun geniş kesimlerinde oluşan dramatik ölçülerdeki güvensizlik; belli siyasi partiler (HDP/YSP vd.), sivil toplum örgütleri (Oy ve Ötesi, vd.) ile toplum kesimlerini (LGBT vd.) stigmatize eden ayrımcı, düşmanlaştırıcı ve kutuplaştırıcı bir dilin her iki turda da başat hale gelmiş olması; rakiplerin birbirlerini terör örgütleri üzerinden suçlamasına dayalı ağır milliyetçi retoriğin 2. turda da devam etmiş olması; tüm bu örnekler, iki tur arasında bir farklılaşmadan ziyade bir süreklilik olduğunu ortaya koyuyor.
Seçim yönetimi dahil olmak üzere seçim ortamının tarafsız ve adil niteliğinin sağlanmasına kurumsal açıdan baktığımızda, hem çeşitli toplum kesimleri nezdinde tartışılan, hem de uzman, akademisyen ve gözlemcilerin daha teknik bir şekilde de dikkat çektikleri başlıca sorun alanları olarak şu konuların öne çıktığını görmekteyiz: i. seçimlerin adil niteliği (yarışan taraflar arasında fırsatların adil olmayan bir şekilde dağılmış olması, vd.), ii. YSK ve seçim yönetiminin tarafsızlığı (YSK’nın hem genel olarak bağımsızlığının işleyişine yönelik toplumda oluşan ciddi soru işaretleri hem de milletvekilliği seçim sonuçlarını açıklama işleminin ikinci tur sonrasına kalmasında görüldüğü gibi kurumun kendi takviminin gerisine düşmesi vb. problemler), iii. medyanın bağımsızlığı (ülkedeki medya organlarının bütünü içinde önemlice bir yer tutan resmi kanallar ve iktidara yakın medya organlarının seçimlere büyük ölçüde siyasal iktidarın seçim kampanyasını yaygınlaştırma misyonuyla yaklaşmış olmaları) ve iv. sivil toplumun seçim izleme faaliyetlerine katılımı (örn. kimi resmi görevlilerin sivil toplumun seçimleri izleme inisiyatifi göstermesini engellemeye yönelik gözdağı ve sindirmeye yönelik beyanları).
Tur ayrımı yapmadan seçim kampanyalarına bir bütün olarak baktığımızda ise, siyasi partilerin ve cumhurbaşkanı adaylarının konuşmalarında ele aldıkları ekonomi, kötü yönetim, kadınların toplumsal statüsü, terör ve ulusal güvenlik ile sığınmacıların durumu gibi konular arasında özellikle güvenlik, terör, savunma sanayi ve sığınmacıların geri gönderilmesi konuların öne çıktığını gözlemlemek mümkün. Bu temaların öne çıkması, milliyetçi retoriğin baskın hale gelmesinin olanaklı kıldığı bir gelişme olarak yaşandı. Buna ilaveten, seçimde kullanılan siyasal retoriğin ağırlığı ve yarışan tarafların milliyetçi temalar üzerinden birbirlerine yüklenme biçimleri, sadece seçim dönemine özgü kısa süreli bir siyasi kutuplaşmayı değil, topluma kök salmakta olan sosyal kutuplaşma ve ayrışmayı da orta ve dahi uzun vadede besleyecek düzeydeydi. Esasında, 13. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki siyasal mücadele ve propagandaların genel ideolojik renk ve yönelimleri ve bilhassa ikinci turun milliyetçilik temalı bir referanduma dönüşmüş olmasının, ülkemizin yaşamakta olduğu birçok sorunun siyasi aktörler tarafından nispeten saydam bir şekilde ele alınmasına engel olduğu da ileri sürülebilir. Bu durum, hem yarışan siyasi blokların kendi arasında hem de bu blokları oluşturan siyasi partilerle seçmenler arasında, bu sorunları ele alabilmek için gerekli olan pozitif siyasal iletişim ve etkileşim ortamının oluşmasını da olanaksızlaştırmaktadır.
Ülkemizde seçimler bağlamında buraya dek ele aldığımız ve kimileri geçici olmak bir yana doğrudan yapısal karakteristik niteliği taşıyan sorun ve durumların ortaya çıkmasında farklı siyasal, hukuksal ve ekonomik faktörlerin rol oynadığı söz edilebilir. Ekonomik faktörleri bu değerlendirmede bir tarafa bırakırsak, siyasal ve hukuksal açılardan 13. Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekili seçimlerine dair en genel düzeyde şunu söylemek olanaklı görünüyor: 13. Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekili seçimleri, yürürlükteki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne denge ve denetleme mekanizmalarının zayıflığı, kurumların yürütme aygıtına tabi hale gelmeleri, medya bağımsızlığının iyiden iyiye erimesi vb. açılardan getirilen kimi eleştirilerin kendilerini seçim bağlamında da net olarak ifade ettikleri bir seçim süreci olarak yaşandı. Bu itibarla, AK Parti iktidarının devlet ve parti ayrımını silikleştiren yönetim tarzının, seçim ortamını tarif eden ve normalde seçim yarışına giren her parti ve ittifaka adil bir şekilde sağlanması gereken fırsat ve koşulların Cumhur ve Millet ittifakları arasındaki eşitsiz dağılımları itibariyle, seçim yarışına da net bir şekilde yansıdığı gözlemlendi.
Bu vesileyle, önümüzdeki dönemin, bu değerlendirmede 13. Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekili seçimlerine dair temel sorun alanları olarak ele aldığımız konuların demokratik olgunluk, cesaret ve açıklıkla ele alınıp tartışılabildiği ve böylece ülkemizde seçimlerin demokratik ve adil niteliklerine dair soru işaretlerinin giderileceği bir dönem olarak yaşanmasını diliyoruz. Sivil toplum olarak bu hedefe yönelik çalışmalarımıza kararlılıkla devam edeceğiz!